“Lahanacılar ve bamyacılar” diye bir şey duymuş muydunuz? İlk akla geldiği gibi, “lahanacılar ve bamyacıların” lahana ve bamya satan kişilerle bir ilgisi yok. Başlangıcı 15. yüzyılın başlarına dayananan bu hikaye, ilginç bir rekabete dair… Ama önce sıra, hikayedeki sebzelerde…
Önce Lahana…

Turpgiller (Brassicaceae) ailesinin bir üyesi olan lahananın kökeni tam olarak bilinmemektedir. Zira bu bitki ailesinde birbirine yakın bir çok sebze türü bulunmaktadır ve bu türler geniş bir coğrafyada uzun süredir vardır. Bu belirsizlik bir yana, sahip olduğumuz mevcut bilgilerimize göre lahananın Mezopotamya coğrafyasında binlerce yıldır var olduğu ve M.Ö. 4000’li yıllarda Kuzey Çin coğrafyasında da bulunduğu bilinmektedir.
Uzunca bir süredir Avrupa ve Akdeniz coğrafyasında olduğuna dair izler bulunan ve eski çağlardan beri bilinen lahananın, eski Mısır eserlerinde Mısırlıların tanrılarına sundukları görülmektedir. Yunan ve Roma uygarlıklarında ise lahananın halkın yiyecekleri arasında bulunduğu bilinirken, ortaçağda ise lahana Almanya, Doğu Avrupa ve Rusya’daki fakir mutfağının temelini oluşturmuş ve dönemin beslenmesinde de önemli bir yer tutmuştur.
Bu kadar uzun sürelerdir var olmasından dolayı mutfaklarda kendine bir yer edinmiş olan lahanadan, çeşit çeşit yemekler türemiştir. Kore’nin kimçi’si, Almanya’nın sauerkraut’ı, bizim lahana turşumuz gibi hem prebiyotik hem de probiyotik olan lezzetler ile, Meksikalıların Sezar salatası ya da Hollandalıların coleslaw’ı gibi salatalar, Slavların borş çorbası, Türklerin lahana sarması ve kapuska yemeği gibi, farklı farklı mutfak kültürlerinde çeşit çeşit lahanalı lezzetler hazırlanabilmiştir.
Osmanlılarda Lahana
Çeşit çeşit lezzete dönüşebildiği için lahana, dünya mutfaklarında sevildiği gibi, Osmanlı mutfağında da çok sevilmiştir. Kelem de denen lahana deyince akla ilk gelen lahana sarmasının (dolmasının) ilk kez 16. yüzyılda yapıldığı bilinmektedir.1 Yine 15. yüzyıla tarihlenen Osmanlı kaynaklarında elma, armut, ayva, sumak, hardallı pancar, enginar, üzüm ve kiraz dışında lahana turşusundan da bahsedilmektedir.2
Osmanlı mutfağının dolmalarının, dönemin bir diğer Türk devleti olan Safevî mutfağına geçtiğini Şah 1. Abbas’ın aşçıbaşısı Nurullah Usta’nın 1594-1595’te yazdığı eserden öğrenilmekte, yine o dönemde İran’da pek bilinmeyen bir lezzet olan lahana dolması tarifini verdiğini bilinmektedir.3
Osmanlı mutfağının dolma yapma geleneği ve lahana dolmasının, diğer mutfak kültürlerine geçişi İran ile sınırlı kalmamıştır. Bu duruma bir diğer örnek de -17. yüzyıldan itibaren Ann Blencoe’nun yemek defterinde olduğu gibi- İngilizce yemek kitaplarına girmesi verilebilir.4
17. yüzyılda yaşamış olan Evliya Çelebi ise, Seyahatnâmesi’nde birçok konuya değindiği gibi, Van’ın de lahanasından ve Balkanlarda kapuska denilen kazan iriliğinde olan beyaz bir lahana türünden bahseder.5
Sıra Bamyada…

Ebegümecigiller ailesinin üyesi bamyanın da kökenine dair kesin bir yargıya varılamaktadır. Bamyanın Güney Asya kökenli olduğunu savunanlar olduğu gibi, bamyanın anavatanının Afrika’nın Habeşistan, bugünkü Etiyopya bölgesi olduğunu savunanlar da bulunmaktadır. Bununla birlikte bu iki yaklaşımdan bamyanın Afrika kökenli olmasının daha güçlü ihtimal olduğu söylenebilir.
Nil Irmağı’nın sundukları sayesinde, bir uygarlık olarak yükselen ve Nil’in yukarı kısımlarına doğru genişleyen Mısırlılar, karşılaştıkları ürünleri kültürlerine katmıştır ve bamyayı kültüre almışlardır. Daha sonra tarımını yaparak ürettikleri ve tükettikleri, buradan da bamyanın tüm Beş Deniz bölgesine6 ve dolayısıyla Ön Asya’ya yayıldığı bilinmektedir.
Önce kuzeye doğru ilerleyen bamya, tıpkı kavatanın ilerlediği güzergahtan Osmanlı topraklarına gelmiştir. Bu gelişin dönemini tam olarak bilememekle birlikte, bizleri mercimekli, bademli, ballı baklavanın varlığından haberdar ettiği gibi, 15. yüzyılda yaşamış olan Alanyalı Kaygusuz Abdal şiirlerinde, bamyanın varlığından da söz ettiği görülmektedir. Buradan hareketle bamyanın -öncelikle Güney Anadolu’ya olmak üzere- Anadolu’ya gelişinin 15. yüzyılın başlarına denk geldiğini söyleyebiliriz. Bununla birlikte bamyanın başkent İstanbul’a geldiğine dair ilk kayıt 1650 tarihin göstermektedir.7
Bu tarihten kısa bir süre sonra, seyahati kapsamında 1672 yılında Mısır’a giden Evliya Çelebi, “Mısır’a mahsus” sebzeleri sayarken aralarında bamyayı da saymıştır.
19. yüzyılda kavun, fındık yaprağı ve ayva yaprağı ile birlikte bamyanın dolmasının da yapılmaya başlandığı görülmektedir.8 Bamya dolmasının, hemen her şeyin dolmasını deneyen ve hünkarbeğendi gibi özel bir lezzetin çıktığı Geç Osmanlı döneminde söz konusu olmuştur.
Hikayenin iki temel oyuncusu lahanaya ve bamyaya değindiğimize göre, sıra lahanacılar ve bamyacılara gelmiş demektir.
Lahanacılar ve Bamyacılar
Ankara Savaşı’nda Yıldırım Bayezid, Emir Timur’un ordusuna yenilip esir düştükten sonra fetret dönemine girildiği evrede, Yıldırım Bayezid’in oğlu Çelebi Mehmet, Amasya’ya çekilmiştir. Ordunun temelini oluşturan süvari birliğinin savaş becerilerini geliştirmek için, Çelebi Mehmet, bir kısmını kendi yönetiminde, bir kısmını ise Şehzade Murat’ın yönetiminde eğitime almıştır. O günlerde Çelebi Mehmet’in Amasya’da bulunması ve Amasya’nın bamyasının meşhur olması nedeniyle Çelebi Mehmet’in süvarilerine “bamyacılar” denilmiştir. Şehzade Murat’ın da Merzifon’da bulunması ve Merzifon’un da lahanası ile bilinmesi nedeniyle de, Şehzade Murat yönetimindeki takıma “lahanacılar” adı yakıştırılmıştır.
Atılan bu adım ile iki askeri takım arasında bir rekabet oluşturulmuş ve çeşitli savaş oyunları icra edilirken askeri yeteneklerin gelişmesi amaçlanmıştır. Lahanacılar ve bamyacılar arasında belirli aralıklarla gerçekleştirilen bu oyunlar, Çelebi Mehmet’in torunu olan Fatih Sultan Mehmet’in “Troyalıların intikamını alarak” Konstantinopolis’i fethetmesinden sonra, İstanbul’a taşınmıştır ve bu rekabet gelişerek devam etmiştir.
Zamanla oynanan oyunların çeşitlendiği bu rekabette, lahanacılar kırmızı kadife şalvar, yeşil mintan9 giyinerek, yeşil bayrak taşırken; Bamyacılar kırmızı kadife şalvar, mavi mintan10 giyinerek, kırmızı bayrak taşıyarak birbirlerinden ayrılmıştır.
İlerleyen yıllarda, gerçekleştirilen savaş oyunları giderek gelişmiş ve rekabet iyice artmıştır. Savaş oyunları kapsamında Lahanacılar ile bamyacılar arasında maket kaleleri fethetme, okçuluk ve cirit müsabakaları düzenlenmiştir.
Enderun’da bu oyunların oynanması, askeri açısından gelişmeyi sağlamanın yanında -sarayda liyakat sisteminin geçerli olması nedeniyle- bu takımlarda yer almanın, padişahın gözüne girmek için bir fırsat olarak değerlendirilmiştir.11 Bununla birlikte bu oyunlar, çanak yağması gibi, baklava alayı gibi, şehzadelerin sünnet düğünleri gibi belirli vesileler ile düzenlenen törenler gibi saray dışında başkentte halkta heyecan uyandıran seyirlik gösteri özelliği de kazanmıştır.
Dersaadet’te Lahanalar ve Bamyalar
Yüzyıllar süren bu hararetli rekabeti izleyen halkta zamanla, bugünkü anlamda takım tutmak gibi, lahanacılar taraftarları ve bamyacılar taraftarları oluşmuştur. Bu taraftarlık bazı kişiler için öyle güçlenmiş ki, başkent Dersaadet’in12 hemen her yerinde çeşmelerde, anıtlarda, nişantaşlarında, hatta mezar taşlarında bamya ya da lahana figürleri konulmaya başlanmıştır.

Bugün bile Gülhane’de bamyalarla süslenmiş bir nişantaşı, Çengelköy’de tepesine lahana konmuş bir çeşmeye denk gelmek mümkündür. Ya da Topkapı Sarayı’nın derinliklerinde altın varaklarla süslenmiş kalemişi lahana ve bamyalara…
Asırlardır süren bu rekabetin en dikkat çekici işareti ise, Topkapı Sarayı’nın Bab-ı Hümayun Kapısı’ndan sağa inen yol üzerinde, biri bamya diğeri ise lahana motifleriyle süslü iki dikili nişan taşıdır. Bu taşların hikayesi ise Padişah III. Selim ve Padişah II. Mahmut ile ilgilidir…
Lahanacılar Ocağı Taraftarı III. Selim

Lahanacılar ve bamyacılar arasındaki rekabet yüzyılları aşınca, lahanacılar ocağı ve bamyacılar ocağı taraftarı padişahlar da var olmuştur. Bu padişahlardan Sultan III. Selim’in lahanacı ocağı taraftarlığının oldukça ileri seviyede olduğu bilinmektedir.
Yaptığı besteler ile Türk Sanat Musikisine önemli katkıları bulunan III. Selim, kullandığı İlhami mahlasıyla lahana için bir şiir de yazmıştır.
Mevsim-i deyde çıkar meydâna çün er lahana.
Havf etmez berdden çün merd-i server lahana.Gürz-i Keykâvus’a benzer gerçi şekl ü heybeti.
Cân verir insâna çün berg-i gül-i ter lahana.Bamya gibi dizilmez yüz bini bir rişteye.
Sanki arslandır ki gerdûneyle gezer lahana.Ansız olmazmış bilindi hîçbir zevk ü sürûr.
Sohbet-i helvâ olur mu olmasa ger lahana.Yazsa İlhâmî sezâdır her ne denli medhini.
İlhami (III. Selim)
Lahanacım lahanacım ben mükerrer lahana,
Günümüz Türkçesi ile ise bu şiir şöyledir:
Kış mevsiminde çıkar ortaya çünkü erdir lahana.
Korkmaz soğuktan, çünkü yiğitlerin başıdır lahana.Şekil ve biçim olarak Keykavus’un gürzüne benzer gerçi.
Can verir insana, çünkü taze gül yaprağıdır lahana.Dizilmez yüz bini bir ipliğe bamya gibi.
Arabayla gezer, sanki arslandır lahana.Hiçbir zevk ve mutluluk, anlaşıldı, olmazmış onsuz.
Olur mu helva sohbetleri, olmasa eğer lahanaLâyıktır, ona İlhâmî ne türlü övgüler yazsa.
İlhami (III. Selim)
Lahanacım, lahanacım, lahanacım, lahana.
Uğruna şiir yazacak kadar lahanacılar taraftarı olan Sultan III. Selim, 1790 yılında 434 adım mesafeden bir yumurtayı tüfekle vurması üzerine, Topkapı Sarayı, Bab-ı Hümayun Kapısı’ndan sağa inen yol üzerinde bir nişan taşı diktirmiş ve anıtın üzerine bir lahana figürü koydurmuştur.
Bamyacılar Ocağı Taraftarı II. Mahmut

Sultan II. Mahmud Tablosu
Diğer takım olan bamyacıları destekleyen padişah ise III. Selim’in torunu olan Sultan II. Mahmut’tur. Her ne kadar dedesi Sultan III. Selim gibi, taraftarı olduğu bamyacılar için bir şiir yazmamış olsa da II. Mahmut, Sultan III. Selim’in diktiği anıtın karşısına 1811 yılında bamyacılar ocağını temsilen bir anıt diktirmiştir. Üstelik III. Selim’in diktiği “lahanalı” nişan taşının tam karşısına ve dedesinin 434 adımlık mesafeden yumurtayı vurma başarısını, 454 adımlık bir mesafe ile geçerek…
Lahanacılar ve Bamyacılar Rekabetinin Sonu

Kendisi de sıkı bir bamyacılar taraftarı olan Sultan II. Mahmut’un, 1812 yılında huzurunda Büyükdere’de oynanan oyun çok heyecanlı ve sert geçmiştir. Oyunun sonunda Büyükdere çayırı resmen savaş alanına dönmüştür. Daha sonra ilerleyen yıllarda, 1816’da Çırağan Yalısı’nda yapılan oyunlarda, Çopur Hasan Ağa’nın Şuayıp Ağa’ya kin beslemesi nedeniyle, oyun alanı dışında pusu kurmuş ve Şuayıp Ağa’yı düşürmüştür. Şuayıp Ağa aldığı yaradan dolayı altı ay yatakta kalmış fakat iyileşememiş ve 1817’de vefat etmiştir. Şuayıp Ağa’nın ölümü hem Enderun Ağalarını hem de II. Mahmut’u çok üzmüştür. Sultan II. Mahmut olay sonrasında bu vesile ile bir daha cirit oynatmamıştır ve cirit oyunu, 1826 yılında tamamen kaldırılmıştır.13
Lahanacılar ve bamyacılar arasındaki rekabetin sona ermesinin ve bu oyunun kaldırılmasının nedenini sadece bu olaya bağlamak elbette mümkün değildir. Dönemin iyiden iyiye değişen savaş teknolojisi ve ateşli silahların iyice önem kazanması bu oyunun kaldırılmasının esas nedeni olması muhtemeldir. Tabii ki bir de II.Mahmud’un da -Yeniçeri Ocağı’nın kapatılması dahil- birçok yenileşme hareketine girişmiş olması nedeniyle, değişimin daha çok kabul edilmesi adına, bazı gelenekleri ortadan kaldırma isteği de söz konusu olabilir.
Son Söz
Tüm bunlar size ne anlatıyor bilemiyorum… Ancak, lahanacılar ve bamyacılar arasındaki bu rekabet ve tüm ayrıntılarıyla bu hikaye, bendenize, Türklerin bilinene askerlik yeteneği dışında, mutfak kültürüne dair yüksek bir ilgileri olduğuna da işaret ediyor. Yoksa askeri bir oyun geleneğinde oluşturan takımlara, çok sevilen lahana ve bamya adları neden verilsin. Öyle değil mi?
Yazı Notları
İlk Yayın Tarihi, 07/10/2021
Boosted Uygulaması Ölçümüne Göre,
Çalışılan Gün, 3 gün
Çalışma Süresi, 6 saat 23 dakika
Çok ilginç bilgiler Emrah.
Emeğine sağlık.
Böylesine tarihi bir geçmişi olabileceği aklıma gelmezdi.
Lahana ve bamyaya farklı bir gözle bakacağım artık 🙂
Evet, hikaye oldukça ilginç. Tarihimiz farklı ve değişik konular içeriyor aslında böyle…
Peki siz hangi taraftasınız? Lahanacı mı? Bamyacı mı? 😀
İlginç bir yazıydı, keyifle okudum. Hem tarihi bilgi veren hem de sebzeleri tanıtan, dolayısıyla iki farklı olguyu birleştirerek ve detaylarla süsleyerek yazılmış çok değerli bir yazı olmuş. Emek, zaman ve akıl sermayesi kullanılarak ortaya çıkmış, helva tadında yemelik bu yazı için şahsım adına teşekkür ederim 🙂
Ben şahsen Bamyacıyım 🙂 Ölümüne Bamya!!! 😀 😀 😀
Teşekkürler. Hikaye güzel, ben de yazarken oldukça keyif aldım.
Ama ben de lahanacıyım:
Dizilmez yüz bini bir ipliğe bamya gibi.
Arabayla gezer, sanki arslandır lahana.
😀
Yazınızı öncesinde okumuş lakin yorum yazamamıştım.😔😊 lahana sevenler grubuna bende üyeyim😂harika bir okuma metni olmuş. bamyadan ne yediğimi anlamayan ben lahanada tabak tabak yemeği seviyorum.
Salçalısını , zeytinyağlı ve kuş üzümlüsünü, turşusunu herseyini çok severim.
Paylaştığınız bu tarz yazıları okumak çok keyifli ve bilgilendirici👏emeklerinize sağlık.
Teşekkür ediyorum. III. Selim haklı, ne o öyle…
“Dizilmez yüz bini bir ipliğe bamya gibi. Arabayla gezer, sanki arslandır lahana.” 😀