Çibörek, Türklerin tarih boyunca yaşadığı ve halen yaşamakta olduğu Türkistan, Sibirya, İran ve Karadeniz çevresinde binlerce yıldır hazırlanan, sade ancak lezzetli bir yemektir. Karadeniz’in kuzeyinde yaşayan Kıpçak Türklerinin bulunduğu coğrafyada da yaygın bir şekilde hazırlanmış olan çibörek, zaman içinde Kırım Tatar Türkleri ile anılır olmuştur. Günümüzde de bu bölgede yaşayan Kırım Tatar Türkleri’nin 18. 19. ve 20. yüzyılda Türkiye’ye öbekler halinde göçmesi ile birlikte çiböreğin de Türkiye’ye geldiği düşünülmektedir. Bu göçlerin Eskişehir’e yoğun olarak gerçekleşmesi nedeniyle, çiböreğin önce Kırım’dan Eskişehir’e, daha sonra da Eskişehir’den de Türkiye’ye olmak üzere iki basamaklı bir yayılma süreci geçirmiş olduğu söylenebilir.
Bu yayılma ile, bugün birçok şehrimizde yapılmaya başlanan çiböreğin, sanılanın aksine, pişmemiş anlamındaki “çiğ” sözcüğü ile bir ilgisi bulunmamaktadır. Dîvânu Lugâti’t-Türk’e göre yağ anlamına gelen “çir” sözcüğünün “çi” şeklinde söylenmesi ve Kıpçak Türkçesi’nde lezzetli anlamına gelen “çi” sözcüğünün kullanılması ise çibörek sözcüğü oluşmuştur. Yağda pişen börek ve lezzetli börek gibi anlamı olan çibörek, adı gibi gayet lezzetlidir.
Yarım ay şeklinde kesilmiş olan ve hazırlanması zor olan çibörek hamurunun en büyük özelliği yağı pek çekmemesidir, bu nedenle sanılanın aksine börekte yağlı ve ağır bir tat oluşmamaktadır. Çöven denilen kazanda ve bol kızgın yağda pişirilirse daha da lezzetli olan çiböreğin içine pişmeden yani -hadi kafaları karıştıralım- çiğ olarak konulan kıyma, soğan ve baharattan oluşan iç harcı, yüksek sıcaklık ile birlikte pişmekte ve etin suyu dışarı kaçamamaktadır. Lezzeti nedeniyle suyu akan çibörek daha makbul olup, etin suyu ve kendi yağı ile oluşan bu lezzetli sıvının ziyan edilmeden yenilmesi makbuldür ve daha keyifli olmaktadır.