Farklı coğrafyalardan farklı şeflerin değişik açılardan ve oldukça etkileyici görseller ile tanıtıldığı, Netflix’in en çok ilgi gören yapımlarından birisi olan Chef’s Table’ın 5 inci cilt 2 nci bölümü, Chef’s Table: Musa Dağdeviren başlığı ile Gaziantepli Türk Şef Musa Dağdeviren’e adanmış.
Musa Dağdeviren’in anlatıldığı Chef’s Table’ın bu bölümünde, sadece Dağdeviren’in Türk Mutfağı için mevcut bakış açısını nasıl kazandığını, kişisel olarak geçirdiği aşamaları, geldiği noktanın altyapısı açısından yaşadıklarını anlatılmamış. Aynı zamanda yıllar içinde Türk Mutfağı’nın geçirdiği değişimi, mutfak mirasımızın fakirleşmesi sorununu, yaşadığımız kültür yitimini ve annesinin “tohumluk olarak nitelendirip “gelenekleri yaşatacaksın, bu görev sana düşüyor” dediği Musa Dağdeviren’in bu gidişata engel olmak için birşeyler yapan bir avuç insanın çabalarını da anlatıyor aslında.
Bu anlamda Musa Dağdeviren’den hareketle, Türk Mutfağı’nın gücünü, sayısız uygarlığın binlerce yıldır katman katman oluşturduğu kültür birikiminin oluşturduğu büyük mirası, bu mirasın yerelden ulusal seviyeye çık(artıl)maması halinde, yüzlerce hatta kimi öğelerde binlerce yıllık kültür aktarımı zincirinin kırılacağını vurgulanıyor. Bu anlamda Chef’s Table’ın bu bölümününün mutfağımıza ilişkin etkili ve düşündürücü bir perspektif de sunuyor.
Ya “Olmamış” Denen Kısımlar…
Kanaatimce, bölümde eksik kalan ve “olmamış” denilebilecek bölümler de açıkçası mevcut.
Öncelikle bölümün şefden ziyade yemek kültürü antropoloğu denebilecek Musa Dağdeviren’in yaptıklarını tam anlamıyla ve hakkıyla yansıtılmış olduğunu söylemek güç. Örneğin Dağdeviren’in lokantası olan Çiya ile geçirdiği safhalar, yaşadığı zorluklar, Çiya’nın hikayesine yeterince değinilmemiş. Bunun dışında her mevsim için, yılda dört sayı olarak çıkardıkları ve 57 nci sayıya ulaşan yemek kültürü konusunda önemli bir kaynak olan Yemek ve Kültür dergisinden hiç bahsedilmiyor.
Bu eksikliklerin dışında –Chef’s Table’da hikayeleri anlatılan şeflerden çok farklı olarak- politik kısımlara gereğinden fazla odaklanılmış. Musa Dağdeviren’in hayat hikayesi kapsamında ve ülkemizin tarihinde bu yaşananlar uzun uzun anlatılmış. Tabii bu durumun kadar -her ne kadar farklı bir yazının konusu olsa da- Batı’nın kendi meselelerini hep gözardı edip, kulağının üzerine yatarken, başka ülkelerin -bu örnekte ülkemiz Türkiye’nin- sıkıntılı konularına özellikle eğilip, onları öne çıkarması alışkanlığının da katkısı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu anlamda bu bakış açısı, Chef’s Table gibi mutfaklar ve şeflerle ilgili bir eserde bile dikkat çekici ölçüde politik içerikli bir bölüm hazırlanması ile sonuçlanmış. Politik kısımların, bölümün gereğinden fazla süresini işgal etmesi nedeniyle Çiya’nın hikayesi ile Musa Dağdeviren’in mutfak kültürümüz adına yaptıklarının anlatımı yetersiz olmuş.
Sözün Özü
Netflix gibi dünyanın hemen her yerine ulaşan bir platformun, en çok ilgi çeken dizilerinden birinde, Türk Mutfağı’nın geçmesi, bir Türk bir şefin anlatılması -her ne kadar mutfağımızın gördüğü ilgi hakettiği seviyenin çok altında da olsa- memnuniyet verici bir durumdur. Görsel açıdan oldukça nitelikli ve etkileyici sahneler de bulunan Chef’s Table: Musa Dağdeviren özel bölümü, eksiklerine ve “burası olmamış” denilebilecek kısımlarına rağmen güzel ve izlenmesi gereken bir bölüm olduğu söylenebilir. İzlenmesi tavsiye olunur…
Aklıma Takılanlar
Yapımı izlerken, Musa Dağdeviren’in aklıma takılan ve dikkatimi çeken sözleri olarak şunları belirtebilirim:
- “Aslında İstanbul’da, Cumhuriyet Öncesinde de kebap var, 200-250 yıl kadar. 80’li yıllarda Çiya Kebap’ın açıldığı dönemde kebap gibi yemekler, sinemadan tutun da çoğu şeyde alay konusu yapılırdı. Kültürel altyapıdan yoksun insanların beslendiği bir gıda olarak bakılırdı. İnsanlara kültürlü ve kültürsüz gibi bir tanım yapılması beni rahatsız ederdi. Bir şekilde bununla ilgili birşeyler yapmam gerekiyordu.”
- “Dükkanda klasik müzik çalmak gibi bir fikrim vardı. Müşteriler Carmina Burana veya Chopin dinlerken dükkanda, kebap yiyeceklerdi. Yavaş yavaş çok farklı kesimden insanlar gelmeye başladı. İnsanlar kebapla kültürü tartışır hale geldi. Kültür ne okumakla ilgili, ne bir doktor olup olmamakla, Avukat olup olmamakla ilgili değil. Köylünün yaşadığı, çobanın yaşadığı… Bu da kültür. Yani yaşanılan şeyin adıdır kültür.”
- “Ülkemin şöyle bir sorunu olduğunu hep hissediyorum. Sürekli böyle şeyler söylemek istiyorlar: İşte Kürt yemeği, Rum yemeği, Ermeni yemeği… Yemekler etnik kimlik ile ifade edildiği zaman toplumlar birbirine düşer ve ciddi bir yabancılaşma ve yemek kültürümüzün yok oluşunu yaratır.”
- “İnsanoğlu yeryüzünde taşıyıcıdır. Yemeği müziği elektriği taşır. O kültür taşıyıcılarından bu hafıza, benliğimize almak zorundayız. Ve zengin çeşitliliğimizi bizi birleştirecek şekilde değerlendirmeliyiz.”
- “Zengin kasaptan et alır ve yağlı kağıtta eti fırına getirir. Fırında o et pişer, fırıncı çırağı kimse görmeden o etten kalan yağları biriktirip, fırından yeni çıkmış ekmeğin üstüne sürer ve öyle yerdi. Bunun lezzeti etten daha lezzetlidir. Zengin birisi ne isterse alabilir ama yoksul bir insan zenginliği yaratıcılığı sayesinde elde ediyor.”
Künye
Eserin Adı
Chef’s Table: Musa Dağdeviren
Yapım Tarihi
2018
Sunulan Platform
Netflix
Cilt ve Bölüm Bilgisi
5 inci cilt 2 nci bölüm
8,6 / 10
191 oy
Milli degerlerimize milli kimliklerimize sahip çıkarak bu güzel paylaşımı yaptığınız için teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim sözleriniz için. 🙏
Okuduktan sonra şu bölümü bir izleyeyim dedim kendi kendime 🙂 elinize sağlık incelemeniz için
İzlemeli. 🙂 İzlerseniz de görüşlerinizi bizle paylaşmalı… 😉